İDARE HUKUKU

İÇTİHAT ÖZEL-1-

“İDARİ DAVA DİLEKÇESİ NASIL HAZIRLANIR”

Danıştay 15. Daire Başkanlığı
Esas No : 2016/942
Karar No : 2016/797

Davacı :

Davalı : Milli Eğitim Bakanlığı

Davanın Özeti : 05.12.2015 tarih ve 29553 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Özel Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursu Yönetmeliğininde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in 11. maddesinin 8. fıkrasının, 23. maddesinin, 32. maddesinde yer alan “EK-3” ve “EK-4” ün ve 43. maddesinin iptali, 3. maddesinin 7. fıkrasının ise öncelikle yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle açılmıştır.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi : 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesi uyarınca dilekçenin reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesi uyarınca gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesinin 3. fıkrasında, dilekçelerin Danıştay’da daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından, görev ve yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve 3. ve 5.maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği, 15. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde ise otuz gün içinde 3. ve 5.maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak üzere dilekçelerin reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır.
Aynı Kanun’un 3. maddesinde, idari davaların, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılacağı; dilekçelerde tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya ünvanları ve adresleri ile gerçek kişilere ait Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasının, davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin, davaya konu olan işlemin yazılı bildirim tarihinin gösterileceği belirtilmiştir.

İptal davalarında iptali istenilen işlem ya da işlemlerin sayı, tarih, tebliğ tarihi belirtilmek ve menfaat bağı kurulmak suretiyle işlemin tamamının mı, yoksa belli kısımlarının mı iptalinin istenildiğinin hukuka aykırılık sebepleriyle birlikte açıkça gösterilmesi gerekmektedir.

Birçok konuda düzenleme içeren ve çok sayıda maddeden oluşan bir düzenleyici işlemin tümünün iptali, ancak yetki veya şekil yönünden hukuka aykırılık sebebiyle istenebilecek olup, yargı yerince, dava konusu düzenlemeyi yapan idarenin yetkili bulunması ve işlemde şekil yönünden hukuka aykırılık bulunmaması halinde, tek tek maddelerin incelenmesine geçileceğinden, incelenecek her maddeye veya düzenlemeye yönelik olarak menfaat ilgisinin ve hukuka aykırılık sebeplerinin gösterilmiş olması gerekmektedir. Bu nedenle bir düzenleyici işlemin tümüne yönelik yetki veya şekil yönünden hukuka aykırılık iddialarıyla birlikte düzenlemenin bir kısmının veya tamamının aynı anda dava konusu edilebilmesi mümkün bulunmaktadır. Ancak bu durumda, yukarıda da açıklandığı üzere, dilekçede istemin açık, tereddüt yaratmayacak şekilde belirtilmiş olması, her bir madde veya kısım ile menfaat ilgisi kurulmak ve hukuka aykırılık sebeplerinin ortaya konulması gerekmektedir.

Dava dilekçesinde, Özel Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursu Yönetmeliğinin, 05.12.2015 tarih ve 29553 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik ile değişen 11. maddesinin 8. fıkrasının, 23. maddesinin, 32. maddesinde yer alan “EK-3” ve “EK-4” ün ve 43. maddesinin iptali, 3. maddesinin 7. fıkrasının iptalinin talep edildiği, aynı zamanda dava dilekçesinde; 14. maddenin 6. fıkrasından da bahsedildiği, 20.03.2015 tarih ve 310147210 sayılı makam olurunun da iptali gerektiği ifadesine yer verildiği, ayrıca 06.01.2016 tarih ve 162084 ayılı makam olurunun da iptalinin talep edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, hangi Yönetmelik maddelerinin ve makam olurlarının yürütmesinin durdurulmasının veya iptalinin istendiğinin, hukuka aykırılık sebepleri ile birlikte açık, anlaşılır, tereddüde mahal bırakmayacak şekilde dava dilekçesinde gösterilmediği görülmektedir.
Bu haliyle, dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanunun 3. maddesine uygun biçimde düzenlenmediği sonucuna varılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanunun 15/1-d maddesi uyarınca bu kararın tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde 3. maddeye uygun şekilde düzenlenmek ve noksanı tamamlanmak suretiyle, harç yatırılmaksızın yeniden dava açmakta serbest olmak üzere dava dilekçesinin reddine, aynı Kanunun 15/5. maddesi hükmüne göre yeniden verilen dilekçede aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde, davanın reddedileceğinin davacıya bildirilmesine, 10/02/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT -1 –

DANIŞTAY DAİRELER KURULU
İdari Dava Daireleri Kurulu
Esas No : 2007/155
Karar No : 2011/290
Karar Tarihi : 28.04.2011

* Rütbe Terfii
* İstihbari Bilgi

Özet: Davacının emniyet amiri rütbesine terfi ettirilmemesine gerekçe olarak gösterilen bilgi notu ile dayanağı raporda yer alan davacı ile ilgili savların, hukuken geçerli bilgi ve belgelere dayanmadığı, bu nitelikteki bilgi ve belgelerin bir işleme dayanak alınabilmesi için somut, hukuken geçerli kanıtlarla desteklenmesi gerektiği, dayanağı olmayan istihbari nitelikteki bilgi ve belgelerin kişilerin hukuksal durumuna etki eden işlemlere esas alınamayacağının yargısal içtihatlarla kabul edildiği hakkında.

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) : …
Vekilleri : Av. …

Karşı Taraf (Davalı) : İçişleri Bakanlığı İstemin Özeti : Ankara 10. İdare Mahkemesinin 19.10.2006 günlü, E:2006/2405, K:2006/3226 sayılı ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması davacı TARAFINDAN İSTENİLMEKTEDİR.

Savunmanın Özeti : Temyiz edilen kararın usul ve kanuna uygun olduğu, temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49 uncu maddesine uymadığı, bu nedenle temyiz isteminin reddiyle İdare Mahkemesi’nin ısrar kararının onanması GEREKTİĞİ SAVUNULMAKTADIR.

Danıştay Tetkik Hakimi Ayşe Çakırca’nın Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulüyle ısrar kararının Danıştay Onikinci Daire kararı doğrultusunda bozulması GEREKTİĞİ DÜŞÜNÜLMEKTEDİR.

Danıştay Savcısı Esma Nur Necef’in Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin BULUNMASI GEREKMEKTEDİR.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddiyle temyiz edilen İdare Mahkemesince verilen ısrar kararının onanmasının uygun OLACAĞI DÜŞÜNÜLMEKTEDİR.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:

Dava; başkomiser olarak görev yapan davacının emniyet amirliği rütbesine terfi ettirilmemesine ilişkin işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte tazmini İSTEMİYLE AÇILMIŞTIR.

Ankara 10. İdare Mahkemesinin 22.4.2003 günlü, E:2002/896, K:2003/501 sayılı kararıyla; dava konusu olayda, davacının, başkomiserlik rütbesinden, emniyet amirliğine terfi ettirilmemesine ilişkin işlemin dayanağı olan inceleme ve araştırmaya ait belgelerin ara kararıyla istenilmesi üzerine Mahkemeleri tarafından incelendikten sonra iade edilen belgelerin ve dava dosyasında bulunan diğer bilgi-belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, başkomiser olarak görev yapan davacının, hakkındaki istihbari bilgiler nedeniyle kıdemi yeterli olmasına karşı liyakatı yeterli görülmeyerek idareye bu konuda tanınan takdir hakkı kullanılmak suretiyle terfi ettirilmediğinin anlaşıldığı, incelenen belgelere göre davacının bir üst rütbeye terfi ettirilmemesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine KARAR VERİLMİŞTİR.

Anılan karar, temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Onikinci Dairesinin 8.5.2006 günlü, E:2003/4802, K:2006/1818 sayılı kararıyla; 2002 yılında emniyet amirliği rütbesine terfi edebilecekler listesinde yer alan ve bulunduğu rütbede idari ve adli yönden bir soruşturması bulunmayan davacının başkomiser olarak görev yaptığı süre içinde, liyakatı bakımından olumsuzluğu bulunduğu yönünde herhangi bir saptamaya yer verilmeksizin, sırf bilgi notuna dayanılarak emniyet amirliği rütbesine terfi ettirilmemesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak davanın reddi yolundaki ilk kararında ISRAR EDİLMİŞTİR.

Davacı, Ankara 10. İdare Mahkemesinin 19.10.2006 günlü, E:2006/2405, K:2006/3226 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve BOZULMASINI İSTEMEKTEDİR.

3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 4638 sayılı Yasa’nın 1 inci maddesiyle değişik 55 inci maddesinde; polis amirlerinin rütbeleri ve bu rütbelerde bekleme süreleri belirtilip, terfide esas olanın kıdem ve liyakat olduğu, kıdem sırasının tesbitinde, bulunulan rütbeye terfi tarihinin esas alınacağı, aynı tarihte terfi edenlerden sicil notu yüksek, sicil notlarının eşitliği halinde ödül ve takdirnamesi fazla, ödül ve takdirnamelerin sayıca eşitliği halinde ise sicil numarası daha küçük olanların diğerlerine göre kıdemli sayılacakları, rütbelerde belirlenen zorunlu bekleme süreleri sonunda, bir üst rütbeye terfi edebilmek için üst rütbede boş kadro bulunması ve bekleme süresi içindeki yıl sayısı kadar olumlu sicil alınmış olmasının şart OLDUĞU BELİRTİLMİŞTİR. 10.8.2001 günlü, 24449 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personeli Rütbe Terfileri Değerlendirme Kurullarının Çalışmalarına İlişkin Yönetmelik”in 21 inci maddesinde de, Merkez Değerlendirme Kurulunun üst rütbeye yükselmek için kıdem şartlarını yerine getirmiş komiser yardımcısı, komiser ve baş komiserlerin liyakat koşullarını belirlemek, üst rütbedeki boş kadro miktarına göre sıralayarak terfilerini önermekle görevli olduğu, 24 üncü maddesinde ise; Kurulun 21 inci maddede belirtilen terfi edecek personel hakkında, bulunduğu rütbede affa uğramış olsa bile adli mercilerce verilen kararlar ve konulara dayanak olan fiillerle disiplin kurullarınca verilen disiplin cezalarına veya soruşturmalara dayanak olan fiil ve hareketleri değerlendirerek edinecekleri kanaate göre karar vereceği KURALA BAĞLANMIŞTIR.

Buna göre, rütbe terfisi yapacak kişilerin değinilen maddede belirtilen koşullara sahip olması ve kıdem ve liyakat durumları birlikte değerlendirilmek suretiyle boş kadrolara atamalarının GERÇEKLEŞTİRİLMESİ GEREKMEKTEDİR.

Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde başkomiser olarak görev yapan davacının, başkomiser rütbesinde bekleme süresini 2002 yılında doldurduğu ve 2002 yılı terfi döneminde emniyet amirliği rütbesine terfi edebilecek 448 kişi arasında yer aldığı, 20.4.2002 tarihinde yapılan “Orta Kademe Yöneticilik Tamamlama Sınavı”nda 95 puan alarak 365. sırada başarılı olduğu, 3.4.2002 tarihinde yapılan terfi sınavında da 44.75 puan alarak 302. sırada başarılı olduğu, sicil notları ortalaması 85 olan davacının emniyet amirliği rütbesine terfi için değerlendirmeye alınan 448 kişi içinde kıdem sıralamasına göre 406. sırada yer aldığı, Merkez Değerlendirme Kurulu’nca yapılan değerlendirme sonucunda başkomiser rütbesinde olan 448 kişiden 405’inin emniyet amirliği rütbesine terfi ettirilmesine, aralarında davacının da bulunduğu 45 kişinin ise bir üst rütbeye terfi ettirilmemesine karar verildiği, davalı idarenin savunmasında davacının terfi ettirilmemesinin nedeni olarak sicil bilgilerinde yer alan bilgi notunun gösterildiği, söz konusu bilgi notunun ise, 1999 yılında Mülkiye Başmüfettişleri tarafından düzenlenen ve emniyet teşkilatı içinde gizli örgütlenme içinde olan yasadışı oluşumlara dahil emniyet mensuplarının belirlendiği inceleme raporuna dayandığı, ancak, daha sonra Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen 22.7.2002 günlü raporda ise; 1999 tarihli ilk raporda ismi geçen emniyet mensupları hakkında yapılan ve 1999 yılından başlayarak devam eden inceleme, araştırma ve takip sonucu bu kişilerin yasadışı oluşum içinde olduklarına dair herhangi bir bulguya rastlanmadığı, bu nedenle anılan rapordaki iddiaların gerçeği yansıtmadığı, bu iddiaları gündeme getiren ve bu yönde istihbarat çalışması yapan Ankara Emniyet Müdürlüğü bünyesinde görevli bir kısım personel hakkında bu fiilleri nedeniyle adli ve idari soruşturmalar açıldığı ve bu soruşturmaların sonucunda bu kişilere çeşitli cezaların verildiği saptamalarının yer aldığı, ayrıca yasa dışı oluşum içinde yer aldığı iddia edilen emniyet mensuplarıyla ilgili olarak Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan hazırlık soruşturması sonucunda iddia edilen suçlamaları doğrulayacak kanıt elde edilmediğinden aralarında davacının da bulunduğu emniyet mensupları hakkında takipsizlik kararı verildiği, davacının sözü edilen yasa dışı örgütlenmelerle ilişkisinin olduğuna dair anılan bilgi notunun dışında herhangi bir bilgi belgenin de idarece dosyaya SUNULAMADIĞI ANLAŞILMIŞTIR.

Davacının emniyet amiri rütbesine terfi ettirilmemesine gerekçe olarak gösterilen bilgi notuyla dayanağı raporda yer alan davacıyla ilgili savlar, hukuken geçerli bilgi ve BELGELERE DAYANMAMAKTADIR. Bu nitelikteki bilgi ve belgelerin bir işleme dayanak alınabilmesi için somut, hukuken geçerli kanıtlarla desteklenmesi gerektiği, dayanağı olmayan istihbari nitelikteki bilgi ve belgelerin kişilerin hukuksal durumuna etki eden işlemlere esas alınamayacağı yargısal içtihatlarla kabul edilmiş BİR İLKEDİR.

2002 yılı terfi döneminde emniyet amiri rütbesine terfi edebileceklere ait kıdem listesinde 406. sırada yer alan davacının emniyet amiri rütbesine terfi ettirilebilmesi için kıdeminin yeterli OLDUĞU TARTIŞMASIZDIR.

Davacının liyakatine gelince; Danıştay Onikinci Dairesinin bozma kararında da belirtildiği gibi, başkomiser rütbesinde görev yaptığı süre içinde adli veya idari yönden soruşturma ve cezası bulunmayan davacının, başkomiser olarak görev yaptığı süre içinde, liyakati bakımından olumsuzluğu bulunduğu yönünde herhangi bir saptamaya yer verilmemiş olması karşısında, sırf istihbari nitelikteki bilgi notuna dayanılarak emniyet amirliği rütbesine terfi ettirilmemesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.

Bu itibarla, davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi’nin ısrar kararında hukuki İSABET GÖRÜLMEMİŞTİR.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Ankara 10. İdare Mahkemesinin 19.10.2006 günlü, E:2006/2405, K:2006/3226 sayılı ısrar kararının bozulmasına, dosyanın adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine, 28.04.2011 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.

İÇTİHAT-2-

“Polis tarafından avukatın üstünün aranması hizmet kusuru olup manevi tazminat gerektirir” 
T.C.DANIŞTAY 8. DAİRE
E. 2010/5626
K. 2010/6024
T. 12.11.2010
• MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Avukatın Suçüstü Hali Dışında Üzerinin Aranamayacağı/ Müvekkili Önünde Kolluk Tarafından Üzerinin Aranmasının Meslek Onurunu Zedelediği – İdarenin Hizmet Kusuru İşlediği/Haksız Zenginleşmeye Yol Açmadan Zararın Karşılanması Gerektiği )
• AVUKATIN ÜZERİNİN ARANMASI ( Ağır Ceza Mahkemesinin Görev Alanına Giren Suçtan Dolayı Suçüstü Hali Dışında Üzerinin Aranamayacağı/Müvekkilinin Önünde Aranması Durumunda Meslek Onurunun Zedeleneceği – Avukat Lehine Manevi Tazminata Hükmedileceği )
• HİZMET KUSURU ( Kolluğun Ağır Cezayı Gerektiren Suçtan Dolayı Suçüstü Hali Olmadan Avukatın Üzerini Aradığı – Manevi Tazminata Hükmedileceği )
• MESLEK ONURUNUN ZEDELENMESİ ( Avukatın Kolluk Tarafından Suçüstü Hali Olmadan Müvekkili Önünde Arandığı – Manevi Zararın Karşılanacağı )
• MÜVEKKİLİNİN ÖNÜNDE AVUKATIN ÜZERİNİN ARANMASI ( Suçüstü Hali Olmadan Avukatın Üzerinin Aranmasının Meslek Onurunu Zedeleyeceği )
• AVUKATLIK KİMLİĞİNİN İBRAZ EDİLMESİ ( Buna Rağmen Kolluk Tarafından Müvekkili Önünde Üzeri Aranan Avukatın Manevi Zararının Karşılanması Gerektiği )
1136/m. 58
ÖZET : Avukat olan davacının, avukatlık kimliğini ibraz etmesine rağmen kolluk kuvvetleri tarafından üzerinin aranması nedeniyle manevi zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. Avukatlık Yasası uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatların üzeri aranamaz. Suçüstü hali olmadan müvekkili önünde kolluk kuvvetlerince üzeri aranan davacının meslek onurunun zedelendiği açıktır. Davalı İdarenin bu eylemde hizmet kusurunun bulunduğuna, davacının manevi zararının karşılanmasına, haksız zenginleşmesine de yol açılmamasını sağlamak üzere takdiren manevi zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı İdare tarafından davacıya ödenmesine ve fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmesi hukuka uygundur.
İstemin Özeti : … Barosuna kayıtlı avukat olan davacının, avukatlık kimliğini ibraz etmesine rağmen kolluk kuvvetleri tarafından üzerinin aranması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 50.000,00-TL manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada; 1136 sayılı Avukatlık Yasası uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatların üzerinin aranamayacağı tartışmasız olup, bir suçüstü hali olmadan müvekkili önünde kolluk kuvvetlerince üzeri aranan davacının meslek onurunun zedelendiği açık olduğundan davalı İdarenin görevle ilgili olarak gerçekleştirilen bu eylemde hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle davacının manevi zararının karşılanmasını ve haksız zenginleşmesine de yol açılmamasını sağlamak üzere takdiren 2.000,00-TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı İdare tarafından davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar veren Sakarya 1. İdare Mahkemesinin 31.03.2010 gün ve E:2009/540, K:2010/248 sayılı kararının; takdir edilen tutarın eylemin meydana getirdiği zararı karşılamadığı ve idareler için bir caydırıcılığının bulunmadığı ileri sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.
Savunmanın Özeti: İstemin reddi gerektiği savunulmakatdır.
Danıştay Tetkik Hakimi Volkan ÇAKMAK’ın Düşüncesi : İstemin reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Yücel BULMUŞ’un Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
KARAR : İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49. maddesinin 1. fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.
SONUÇ : İdare Mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına ve yargılama giderlerinin temyiz isteminde bulunan üzerinde bırakılmasına, 12.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

İÇTİHAT -3-

Danıştay 4. Dairesi
Tarih : 15.06.2015
Esas No : 2014/7359
Karar No : 2015/3338
5604 s. K. Md. 1
İYUK Md. 8
DAVA AÇMA SÜRESİNİN MALİ TATİLE RASTLAMASI
Dava açma sürelerinin mali tatil süresince işlemeyeceği, belirtilen sürelerin mali tatilin bitiminden itibaren tekrar işlemeye başlayacağı, buna göre temyiz süresinin son gününün mali tatilin içinde kalması halinde mali tatilin son günü olan temmuz ayının 20. gününe kadar uzayacağı, bu tarihinde adli tatile rastlaması nedeniyle adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzayacağı hk.

İstemin Özeti: Davacı tarafından, (…) İnşaat Nakliye Taahhüt Ticaret Limited Şirketi adına düzenlenen ve kendisine tebliğ edilen …113 ve …217 sayılı ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın ehliyeti yönünden reddine karar veren Vergi Mahkemesinin kararının yasal süresi içinde temyiz etmediğinden bahisle temyiz talebinin süre yönünden reddine dair Vergi Mahkemesinin kararının; temyiz talebinin süresinde olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.

Karar: Davacı tarafından, (…) İnşaat Nakliye Taahhüt Ticaret Limited Şirketi adına düzenlenen ve kendisine tebliğ edilen …113 ve …217 sayılı ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın ehliyet yönünden reddine karar veren Vergi Mahkemesinin kararının yasal süresi içinde temyiz etmediğinden bahisle temyiz talebinin süre yönünden reddine dair Vergi Mahkemesinin kararının temyiz istemidir.

5604 sayılı Mali Tatil İhdas Edilmesi Hakkında Kanun’un birinci maddesinin ilk fıkrasında, her yıl Temmuz ayının birinden yirmisine kadar (yirmisi dahil) mali tatil uygulanacağı, Haziran ayının son gününün tatil olması halinde, mali tatilin Temmuz ayının ilk iş gününü takip eden günden başlayacağı, ikinci fıkrasında, son günü mali tatile rastlayan sürelerin, tatilin son gününü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılacağı belirtilmiştir. Aynı Kanun’un birinci maddesinin üçüncü fıkrasın

da, Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre belirli sürelerde yapılması gereken muhasebe kayıtları, bildirim süreleri ve vergiyle ilgili işlemlere ilişkin dava açma sürelerinin mali tatil süresince işlemeyeceği, belirtilen sürelerin mali tatilin bitiminden itibaren tekrar işlemeye başlayacağı, beşinci fıkrasında ise tatil süresince vergi ve ceza ihbarnameleri ile mahsup taleplerine yönelik olanlar hariç bilgi isteme taleplerinin mükelleflere, vergi ve ceza sorumlularına bildirilmeyeceği, ancak tatil süresi içinde gerçekleşen tebligat işlemlerinde sürenin mali tatilin son gününden itibaren işlemeye başlayacağı ifade edilmiştir.

5604 sayılı Kanun ile Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre, belli sürelerde yapılması gereken vergiyle ilgili işlemlere ilişkin dava açma sürelerinin mali tatil süresince işlemeyeceği tatil süresi içinde gerçekleşen vergilendirmeye ilişkin tebligatlarda sürenin mali tatilin son gününde işlemeye başlayacağı açıktır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 61. maddesinin 1. fıkrasında; bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir ağustosa kadar çalışmaya ara verecekleri; 8. maddesinde ise sürelerin tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlayacağı; tatil günlerinin sürelere dahil olduğu, şu kadar ki, sürenin son günü tatil gününe rastlarsa, sürenin tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzayacağı, bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu sürelerin, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılacağı kuralı yer almaktadır.

Vergi Mahkemesince temyiz konusu mahkeme kararının 04.06.2014 günü tebliğ edildiği, otuz günlük temyiz süresi geçtikten sonra 15.07.2014 günü temyiz edildiği gerekçesiyle temyiz isteminin süreaşımı nedeniyle reddedilmiş ise de, 5604 sayılı Kanunun 1. maddesinin 3. fıkrası uyarınca dava açma sürelerinin mali tatil süresince işlemeyeceği, belirtilen sürelerin mali tatilin bitiminden itibaren tekrar işlemeye başlayacağı yolundaki düzenleme dikkate alındığında temyiz süresinin son gününün mali tatilin içinde olan 04.07.2014 tarihi olması nedeniyle mali tatilin son günü olan temmuz ayının 20. gününe kadar uzayacağı, yine bu tarihte adli tatile rastlaması nedeniyle adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılacağından, davacının 15.07.2015 günü yaptığı temyiz başvurusunun süresinde olduğu anlaşıldığından, dosyanın tekemmül ettirilerek temyiz başvurusunun görüşülmesi için Dairemize gönderilmesi gerekirken, temyiz talebinin süre yönünden reddeden mahkeme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.

Bu nedenle, temyiz isteminin kabulüne ve Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 İÇTİHAT-4-

T.C.

D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
ESAS NO: 2012/5124
KARAR NO: 2015/6493
DAVACI: M….. Ç….
Vekili: Av. Mehmet Parlak
Faikbey Cad. No:41/2 Kars Merkez/KARS
DAVALILAR: 1- İçişleri Bakanlığı
Vekili : I.HukukMüşaviri Vekili Ahmet Saraç – Aynı yerde
2- Kars Valiliği
DAVANIN ÖZETİ: Davacının silah bulundurma ruhsatının can güvenliği nedeniyle silahtaşıma ruhsatına çevrilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin 13.03.2012tarihli Kars Valiliği işlemi ile işlemin dayanağı İçişleri Bakanlığı’nın30.10.2008 tarih ve 2008/66 sayılı Genelgesi’nin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
SAVUNMALARIN ÖZETİ: 6136 sayılı Kanun’un7. maddesi hükmüyle, hiç bir şekilde silah taşıma ve bulundurma izni alamayacaklar belirlendikten sonra, silah vesikası verilmesini engelleyen diğer hususlarında yönetmelikte düzenlenmesinin öngörüldüğü, BakanlarKurulu’na verilen yetki çerçevesinde düzenlenen Yönetmelik’in 16. maddesi 1. fıkrasındahiçbir şekilde silah ruhsatı verilemeyecek veya verilmiş ruhsatları iptal edilecek kişilerin sayıldığı, 4. fıkrasında ise “Bu madde kapsamında sayılan fiillerden dolayı yargılaması devam eden şahısların ruhsat verilme ve yenileme işlemleri yargı kararı kesinleşinceye kadar durdurulur. Yargılama sonucuna kadar silah ilgili birimce emenete alınır.” hükmüne yer verildiği ve Adalet Bakanlığı görüşleri de dikkate alınarak çıkarılan genelgenin ve dava konusu işlemin mevzuata uygun olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerekeceği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi: Güven Bahadır
Düşüncesi: Davanın, davacı hakkında tesis edilen bireysel işlemin iptal talebine ilişkin kısmının işlemde yetki yönünden hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle kabul edilerek işlemin iptaline, düzenleyici işlemin iptal talebine ilişkin kısmının ise reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: Demet Ünal
Düşüncesi: Dava, davacının silah bulundurma ruhsatının can güvenliği nedeniyle silahtaşıma ruhsatına çevrilmesiistemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin, 15.03.2012 tarih ve 404 sayılı işlemle tebliğ edilen, 13.03.2012 tarihli Kars Valiliği işlemi ile 30.10.2008 tarih ve 1356-66 sayılı İçişleri Bakanlığı Genelgesi’nin iptali istemiyle açılmıştır.
6136 sayılı Yasanın 7. maddesinde ateşli silahları kimlerin taşıyacakları beş bent halinde belirlenmiş olup, 5. bendinde “Bakanlar Kurulunca Çıkarılacak Yönetmelikte belirlenecek esaslara göre Valiler tarafından verilecek izin vesikası alanların” da ateşli silahları taşıyabilecekleri veya mesken yada işyerinde bulundurabilecekleri açıklanmış, maddenin devamında ise “Silah taşımaya yetki veren kimlik kartları ile belgelerin düzenlenmesi ve gerektiğinde yenilenmesi ya da geri alınmasına ilişkin usul ve esaslar Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca müştereken hazırlanacak bir Yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almıştır. Aynı maddenin son bölümünde de “Ateşli silahla işlenen cürümlerden hükümlü bulunanlar ile  taksirli suçlar hariç olmak üzere bir yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olanlara; affa uğramış olsalar bile hiç bir suretle ateşli silah taşıma veya bulundurma izni verilmez.” hükmüne yer verilmiştir. 6136 sayılı Yasanın yukarıda anılan hükmüyle, ateşli silahla cürüm işleyenler ile taksirli suçlar hariç bir yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı ceza ile mahkum olanların affa uğramış olsalar bile hiçbir surette silah taşıma ve bulundurma izni alamayacakları kurala bağlandıktan sonra, silah vesikası verilmesini engelleyen diğer hususların da yönetmelikte düzenlenmesi öngörülmüş; bu haliyle de kesinlikle izin verilemeyecekler belirlenerek, diğer engel hallerin yönetmelikle düzenlenmesi konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilmiştir.
Belirtilen maddenin uygulanmasına ilişkin olarak 91/1779 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Yönetmeliğin 16. maddesinde, silah ruhsatı verilmesini engelleyen durumlar maddeler halinde yazılmış, aynı maddenin 4. fıkrasında da “Bu madde kapsamında sayılan fiillerden dolayı yargılanması devam eden şahısların ruhsat verilme ve yenileme işlemleri, yargı kararı kesinleşinceye kadar durdurulur. Yargılama sonucuna kadar silah ilgili birimce emanete alınır.” hükmü yer almıştır. Belirtilen mevzuatın birlikte değerlendirilmesinden; 6136 sayılı Yasanın, silah ruhsatı verilmesini engelleyen hususların yönetmelikle düzenlenmesi konusunda Bakanlar Kuruluna verdiği yetki çerçevesinde, kamu güvenliğinin sağlanması, ruhsatı bulunan veya ruhsat verilecek kişinin suç işleme eğiliminin önlenmesi ve suç şüphesinden uzak olması amacıyla, yargılamaları süren şahıslara yönelik olarak yargılama sonuçlanıncaya kadar, Yasanın ve Yönetmeliğin belirlediği ceza ile cezalandırılma olasılığı bulunanlara özgü olarak getirilen ön tedbirde ve bu konuda idarenin Yönetmelikle düzenleme yapmasında, 6136 sayılı Kanun hükümlerine aykırılık bulunmadığı gibi, esasen silah ruhsatı almanın herkese tanınmış bir hak olarak kabulüne de imkan bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulu Kanunu’nun 231. maddesinin 5. fıkrası uyarınca verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, hukuk aleminde kesinleşmiş bir mahkumiyet niteliği taşımamaktadır. Henüz tümüyle bitmeyen yargılama sürecinin 1412 sayılı Kanunun 305 ve 5271 sayılı Kanunun 223. maddeleri uyarınca sonraki aşamaları da dikkate alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının uyuşmazlığı nihai biçimde çözen nitelikteki kararlardan olmadığı anlaşılmaktadır. Bu tür kararların sanık yönünden hukuki bir sonuç doğurması ancak denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlenmesi halinde mümkün olduğundan ve Mahkemenin belirlediği 5 yıllık deneme süresince, yargılanan şahsın sanık sıfatı devam ettiğinin kabulü gerekeceğinden, kesin olmayan söz konusu kararlar nedeniyle beş yıllık denetimli serbestlik süresi içerisindeki kişilerin durumlarının “yargılanması devam edenler” kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilenlerce yapılan silah ruhsatı verilmesi ya da yenileme talepleri, Yönetmeliğin 16. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen “yargılanması devam edenler” kapsamı içerisine girdiğinden, Yönetmeliğin bu maddesinin açıklaması ve tekrarı niteliğindeki 30.10.2008 tarih ve B.05.1.EGM.0.11.04.02-62664-1356-2008/66 nolu Genelgenin anılan Yasa ve Yönetmelik hükümlerine uygun olarak düzenlendiği anlaşılmış olup, dava konusu Genelge hükümlerinde hukuka aykırılık görülmemiştir.
Dava konusu işlemin iptali istemine gelince;
6136 sayılı Kanun’un genel gerekçesine bakıldığında, 2637 sayılı Kanun’a ait Nizamname’nin 1. maddesine göre ilçelerde kaymakamlar, illerde valilerin muvafakatlarıyla emniyet müdür ve memurları yasak olmayan silahların taşınabilmesi için hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın diledikleri kimselere izin vermek yetkisine haiz bulundukları, silah taşıma izni verilmesi hususunda Çok titiz hareket edilmesi gerekirken bu  yetkinin gelişi güzel kullanılmakta olduğu, silah taşımalarını icabettirir hiçbir sebep bulunmayan kimselere de bu izin ve müsaadenin verildiği görüldüğünden silah taşınması ve bulundurulması hususunda daha esaslı ve ciddi tedbirler alınmasının gerekli olduğu belirtilmektedir.
Bu gerekçeden hareketle düzenlenen 6136 sayılı Kanun’un 7. maddesinde, ateşli silahları kimlerin taşıyabilecekleri beş bent halinde belirlenmiş, 5. bendinde ” Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikte belirlenecek esaslara göre valiler tarafından verilecek izin vesikası alanların” da ateşli silahları taşıyabilecekleri veya mesken ya da işyerinde bulundurabileceği hükmü yer almıştır. Söz konusu Kanun’a dayanılarak çıkarılan ve 91/1779 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in 7. maddesinin (a) bendinde; İl valilerinin, yaptıkları iş, sosyal, ekonomik, kültürel ve mesleki faaliyetleri ya da bulunduklarıyervezamanitibarıylacan güvenliklerinin ciddi ve harici tehdit ve tehlikelere maruz kalacağı kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılan Türk vatandaşlarına taleplerihalinde silahtaşıma ruhsatıverilebileceği,ancak, bubentte adıgeçen şahısların can güvenliklerinin ciddi ve harici tehditlere maruz kalacağının kuvvetle muhtemel olup olmadığı hususunun valiler tarafından takdir edileceği belirtilmiş, 8. maddesinde; silah taşımalarına izin verilen kamu görevlileri sayılmış, 9. maddesinde;Valiler tarafından yönetmelik hükümlerinde aranan şartlara uygunluğunun tespit edilmesi halinde maddede sayılan kişilere silah taşıma ruhsatı verilebileceği, aynı Yönetmeliğin Ek 2. maddesinde de, Valilerin, 7. ve Ek 1.maddelerde belirtilenler hariç olmak üzere, bu Yönetmelik hükümlerine göre sahip oldukları yetkilerini, gerekli gördükleri takdirde, kısmen veya tamamen, kaymakamlara yazılı olarak devredebilecekleri düzenlenmiştir.
Söz konusu Kanun ve Yönetmelik hükümlerindensilah taşıma ve bulundurma ruhsatı verme yetkisinin sadece valilerde bulunduğu, bu yetkinin bu tür ruhsatların iptaline yönelik işlemleri de kapsadığı sonucuna varılmaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının bulundurma ruhsatlı tabancasına can güvenliğinden dolayı taşıma ruhsatı verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin dayanağı olan valilik olurunun vali adına vali yardımcısı tarafından verildiği görülmektedir.
Yukarıda açıklandığı üzere, silah taşıma ve bulundurma ruhsatı verilmesi ve bu ruhsatların iptal edilmesi konusunda valilere yetki verildiği, bu yetkinin bir kısım istisnalar dışında sadece kaymakamlara devredilebileceği, Kanun ve Yönetmelikte vali yardımcısına bu konuda yetki devri yapılabileceğine ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı görüldüğünden, yetkisiz merci tarafından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının silah bulundurma ruhsatının can güvenliği nedeniyle silahtaşıma ruhsatına çevrilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin, 15.03.2012 tarih ve 404 sayılı işlemle tebliğ edilen, 13.03.2012 tarihli Kars Valiliği işleminin İPTALİNE, 30.10.2008 tarih ve 1356-66 sayılı İçişleri Bakanlığı Genelgesi’nin iptali isteminin REDDİNE , karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce gereği görüşüldü:
Dava, davacının silah bulundurma ruhsatının can güvenliği nedeniyle silahtaşıma ruhsatına devrilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin 13.03.2012tarih ve 404 sayılı Kars Valiliği işlemi ile işlemin dayanağı İçişleri Bakanlığı’nın30.10.2008 tarih ve 2008/66 sayılı Genelgesi’nin iptali istemiyle açılmıştır.
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 7. maddesinde, ateşli silahları kimlerin taşıyacakları beş bent halinde belirlenmiş, beşinci bendinde, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak Yönetmelikte belirlenecek esaslara göre Valiler tarafından verilecek izin vesikasını alanların da ateşli silahları taşıyabilecekleri veya mesken ya da işyerinde bulundurabilecekleri açıklanmış, maddenin devamında silah taşımaya yetki veren kimlik kartları ile belgelerin düzenlenmesi ve gerektiğinde yenilenmesi ya da geri alınmasına ilişkin usul ve esasların Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca müştereken hazırlanacak bir yönetmelikle düzenleneceği hükmü yeralmıştır. Aynı maddenin son fıkrasında da “Ateşli silahla işlenen cürümlerden hükümlü bulunanlar ile taksirli suçlar hariç olmak üzere bir yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olanlara; affa uğramış olsalar bile hiç bir suretle ateşli silah taşıma veya bulundurma izni verilmez.” hükmüne yer verilmiştir.
6136 sayılı Kanun’un yukarıda anılan hükmüyle, ateşli silahla cürüm işleyenlerle taksirli suçlar hariç bir yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı ceza ile mahkum olanların affa uğramış olsalar bile hiçbir surette silah taşıma ve bulundurma izni alamayacakları kurala bağlandıktan sonra, silah vesikası verilmesini engelleyen diğer hususların da yönetmelikte düzenlenmesi öngörülmüş; bu haliyle de kesinlikle izin verilemeyecekler saptanarak, diğer engel hallerin yönetmelikle düzenlenmesi konusunda Bakanlar Kurulu’na yetki verilmiştir.
91/1779 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in 16.maddesinde; silah ruhsatı verilmesini engelleyen durumlar maddeler halinde sayılmış, bu kapsamda maddenin (d) bendinde, taksirli suçlar hariç bir yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olanlar ile zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla her türlü kaçakçılık, kara para aklama, halayi ihracat, elektronik alet ve cihazlarla işlenen suçlar, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma, ideolojik, anarşik, terör ve benzeri yaygın şiddet eylemlerine katılma ve bu gibi fiilleri tahrik ve teşvik suçlarından birinden hüküm giymiş olanlara silah taşıma ya da bulundurma ruhsatı verilmeyeceği, aynı maddenin ikinci fıkrasında; yukarıdaki fıkranın (a), (b), (c), (d), (e)..bentleri kapsamına girenlere affa uğramış olsalar veya mahkumiyetleri bütün neticeleri ile birlikte ortadan kalksa ya da mahkemelerce verilen karar üzerine adli sicilden silinmiş olsa bile hiçbir surette ateşli silahlarla mermilerini taşıma ya da bulundurma izni verilmeyeceği, bu fıkra hükmünün 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca suç olmaktan çıkan bir fiil nedeniyle hüküm giymiş olanlara uygulanmayacağı, dördüncü fıkrasında ise; bu madde kapsamında sayılan fiilerden dolayı yargılanması devam eden şahısların ruhsat verilme ve yenileme işlemlerinin, yargı kararı kesinleşinceye kadar durdurulacağı ve yargılama sonucuna kadar silahın ilgili birimce emanete alınacağı düzenlenmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının bulundurma ruhsatlı Sig Sauger marka 9 mm çap, SP0229520 seri numaralı silahını can güvenliğinden dolayı silah taşıma ruhsatı düzenlenmesi istemiyle yaptığı başvuru üzerine ruhsat işlemlerine esas alınmak üzere yapılan araştırmada; davacının Kars 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 08.12.2011 tarih ve E:2011/255, K:2011/575 sayılı kararı ile “elektrik enerjisi hakkında hırsızlık” suçundan dolayı 10 ay hapis cezası ile cezalandırılarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasınakarar verildiği, bu kararın kesinleştiği, söz konusu mahkeme kararına istinaden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair süre sonuna kadar davacıya 91/1779 sayılı Yönetmeliğin 16. maddesi dördüncü fıkrasına göre silah taşıma ve bulundurma ruhsatı verilmesinin mümkün olmadığı, ancak bu süre sonunda davacı hakkında kamu davasının düşürülmesine ilişkin kararların ibraz edilmesi halinde ruhsat  işlemlerinin yapılabileceği gerekçesiyle ruhsat başvurusunun reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davanın, İçişleri Bakanlığı’nın30.10.2008 tarih ve 2008/66 sayılı Genelgesi’nin iptali istemine ilişkin kısmı incelendiğinde;
Kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının korunması amacıyla temel hakvehürriyetlerin,Anayasa’nınsözüneveruhunauyguno larak Kanunla sınırlanabileceğiAnayasa kuralıyla benimsenmiş olmakla birlikte, silah taşıma ya da bulundurma ruhsatı almanın herkese tanınmış temel bir hak ve özgürlük olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Belirlenen çerçevede, silah taşıma ve bulundurmaya ilişkin yapılan düzenlemelerde konuya özgü kurallara yer verilmesinin ve dayanağı Kanun hükümlerini aşmamak üzere sınırlamalar yapılabileceğinin kabulü gerekmektedir.
Diğer yandan; 6136 sayılı Kanun’un 7. maddesinde ateşli silahları kimlerin taşıyabilecekleri sayılmış olup, ateşli silahla işlenen cürümlerden hükümlü bulunanlar ile taksirli suçlar hariç olmak üzere bir yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olanlara, affa uğramış olsalar bile hiç bir suretle ateşli silah taşıma veya bulundurma izni verilmeyeceği belirtilerek genel bir sınırlama getirilmiş ve Kanun’un 7. maddesinde sayılanlar dışında kalanlar silah ruhsatı verilebilmesi için valiliklere takdir yetkisi verilmiştir.
İdarelere tanınan takdir yetkisi sınırsız olmayıp, bu yetkiyi kullanan kamu görevlileri kamu yararı ve hizmetin gereği olarak değerlendirme yapmak zorundadırlar. Ayrıca valilere tanınan takdir yetkisinin Kanun’un verdiği yetkiye dayanılarak çıkartılacak düzenleyici işlemlerle objektif bazı esaslara bağlanması da mümkündür.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesine 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun ile eklenen ve 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun ile değişik 5. fıkrada; “Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. …Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.” düzenlemesi yer almıştır.
Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas itibariyle bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur:
İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan, ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması halinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması halinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmü, ikinci karar ise, bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği, varlığı devam ettiği
sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır.
Henüz tümüyle bitmeyen yargılama sürecinin sonraki aşamaları da dikkate alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının uyuşmazlığı nihai biçimde çözen nitelikteki kararlardan olmadığı anlaşılmaktadır. Esasen, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte sanık bakımından yasada öngörülen denetim süresi başlayacak ve mahkeme bu süre içinde sanığa bazı denetimli serbestlik tedbirlerine uyma yükümlülüğü getirebilecektir. Bu süre içinde sanığın kasıtlı bir suç işleyip işlemediği ve öngörülen denetimli serbestlik tedbirlerine aykırı davranıp davranmadığına göre farklı hukuki sonuçlar ortaya Şayet sanık,  bu süre içinde kasıtlı bir suç işlemez ve öngörülen denetimli serbestlik tedbirine uygun davranırsa, hakkındaki  davanın düşürülmesine karar verilecek, kasıtlı suç işler veya tedbirlere aykırı davranırsa hakkındaki hüküm  aynen veya gerektiğinde değiştirilerek açıklanacaktır. İşte bu aşamadan sonra verilecek ve uyuşmazlığı nihai biçimde çözecek olan düşme veya mahkûmiyet kararları hüküm niteliğindedir.
Bu durumda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı olarak değerlendirilemeyeceği açık olup,bu kararın davacı yönünden hukuki bir sonuç doğurması ancak denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlenmesi halinde mümkün olduğundan ve Mahkemenin belirlediği 5 yıllık denetim süresinde, yargılanan şahsın sanık sıfatının devam ettiğinin kabulü gerekeceğinden, hakkında hükmün açıklanması geri bırakılan kişilerin durumunun yukarıda aktarılan Yönetmeliğin 16. maddesinin 4. fıkrası kapsamında değerlendirilerek, ancak denetimli serbestlik veya hükmün açıklanmasının ertelenmesine dair süre sonunda kamu davasının düşürülmesine dair kararın ibraz edilmesi halinde silah ruhsat işlemlerinin yapılabileceği yolundaki İçişleri Bakanlığı’nın 30.10.2008 tarih ve 2008/66 sayılı Genelgesi’nde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Davanın, davacı hakkında tesis edilen 13.03.2012 tarih ve 404 sayılı bireysel işlemin iptal istemine ilişkin kısmı incelendiğinde ise;
6136 sayılı Kanun’un genel gerekçesine bakıldığında, 2637 sayılı Kanun’a ait Nizamname’nin 1. maddesine göre ilçelerde kaymakamlar, illerde valilerin muvafakatlarıyla emniyet müdür ve memurları yasak  olmayan silahların taşınabilmesi için hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın diledikleri kimselere izin vermek yetkisine haiz bulundukları, silah taşıma izni verilmesi hususunda çok titiz hareket edilmesi gerekirken bu yetkinin gelişi güzel kullanılmakta olduğu, silah taşımalarını icabettirir hiçbir sebep bulunmayan kimselere de bu izin ve müsaadenin verildiği görüldüğünden silah taşınması ve bulundurulması hususunda daha esaslı ve ciddi tedbirler alınmasının gerekli olduğu belirtilmektedir.
Bu gerekçeden hareketle düzenlenen 6136 sayılı Kanun’un 7. maddesinde, ateşli silahları kimlerin taşıyabilecekleri beş bent halinde belirlenmiş, 5. bendinde ” Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikte belirlenecek esaslara göre valiler tarafından verilecek izin vesikası alanların” da ateşli silahları taşıyabilecekleri veya mesken ya da işyerinde bulundurabileceği hükmü yer almıştır.
Söz konusu Kanun’a dayanılarak çıkarılan ve 91/1779 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in 7. maddesinin (a) bendinde; İl valilerinin, yaptıkları iş, sosyal, ekonomik, kültürel ve mesleki faaliyetleri ya da bulundukları yer ve zaman itibarıyla can güvenliklerinin ciddi ve harici tehdit ve tehlikelere maruz kalacağı kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılan Türk vatandaşlarına taleplerihalinde silahtaşıma ruhsatıverilebileceği,ancak, bubentte adıgeçenşahısların can güvenliklerinin ciddi ve harici tehditlere maruz kalacağının kuvvetle muhtemel olup olmadığı hususunun valiler tarafından takdir edileceği belirtilmiş, 8. maddesinde; silah taşımalarına izin verilen kamu görevlileri sayılmış, 9. maddesinde;Valiler tarafından yönetmelik hükümlerinde aranan şartlara uygunluğunun tespit edilmesi halinde maddede sayılan kişilere silah taşıma ruhsatı verilebileceği, aynı Yönetmeliğin Ek 2. maddesinde de, Valilerin, 7. ve Ek 1. maddelerde belirtilenler hariç olmak üzere, bu Yönetmelik hükümlerine göre sahip oldukları yetkilerini, gerekli gördükleri takdirde, kısmen veya tamamen, kaymakamlara yazılı olarak devredebilecekleri düzenlenmiştir.
Söz konusu Kanun ve Yönetmelik hükümlerinden silah taşıma ve bulundurma ruhsatı verme yetkisinin sadece valilerde bulunduğu, bu yetkinin bu tür ruhsatların iptaline yönelik işlemleri de kapsadığı sonucuna varılmaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının silah bulundurma ruhsatının can güvenliği gerekçesiyle silah taşıma ruhsatına çevrilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemin vali adına vali yardımcısı tarafından tesis edildiği görülmektedir.
Yukarıda açıklandığı üzere, silah taşıma ve bulundurma ruhsatı verilmesi ve bu ruhsatların iptal edilmesi konusunda valilere yetki verildiği, bu yetkinin bir kısım istisnalar dışında sadece kaymakamlara devredilebileceği, Kanun ve Yönetmelikte vali yardımcısına bu konuda yetki devri yapılabileceğine ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı görüldüğünden, yetkisiz merci tarafından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle,davacının bulundurma ruhsatının silah taşıma ruhsatına çevrilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin 13.03.2012 tarih ve 404 sayılı Kars Valiliği işleminin İPTALİNE, İçişleri Bakanlığı’nın 30.10.2008 tarih ve 2008/66 sayılı Genelgesi’nin iptali isteminin REDDİNE, aşağıda dökümü yapılan 204,40 TL yargılama giderinin haklılık oranı dikkate alınarak 120,20 TL’sinin davacı üzerinde bırakılmasına, 120,20 TL yargılama giderinin davalı idarelerden alınarak davacıya verilmesine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.500,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak İçişleri Bakanlığına, 1.500,00 TL vekalet ücretinin de davalı idarelerden alınarak davacıya verilmesine, artan posta ücretinin istemi halinde davacıya iadesine,bu karara karşı tebliğ tarihini izleyen otuz (30) gün içinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu nezdinde temyiz isteminde bulunulabileceğinin taraflara duyurulmasına, 23/10/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
İÇTİHAT-5-

Danıştay: Nüfus memurluğu, ikametgahları avukatlara bildirmeli

T.C.

DANIŞTAY
Onuncu Daire

Esas No : 2014/6559 
Karar No: 2015/874

Özeti : Davacıların, dava açarken zorunlu olarak bildirilmesi gereken, davalı tarafa ait tebligata yarar adresin nüfus idaresince verilmemesinin hak arama hürriyetine aykm olacağı hakkında.

Temyiz Eden (Davacı) :

Karşı Taraf (Davalı) : Zile Kaymakamlığı

İstemin Özeti : Tokat İdare Mahkemesinin 15.10.2014 tarih ve E:2013/606, K-.2014/608 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49’uncu maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, dosyanın tekemmül ettiği görülmekle yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeyerek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:

Dava, avukatlık mesleğini icra eden davacının, davalıların adres bilgisini öğrenmek için yapılan başvurunun reddine ilişkin Zile Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü’nün 27.09.2013 tarih ve 3142 sayılı işleminin iptali ve bu işlemin dayanağı olan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunun 44’üncü maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi ile 3. ve 4. fıkralarının Anayasaya aykırı olduğundan bahisle itiraz yoluyla dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesi istemiyle açılmıştır.

Tokat İdare Mahkemesince, dava konusu işlemin dayanağı olan anılan kanun hükümlerinin anayasaya aykırı olmadığına dair Anayasa

Mahkemesi’nin 11.09.2014 tarih ve E:2014/76 K:2014/142 sayılı kararına istinaden davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek mahkeme kararının bozulması istenilmektedir.

Anayasanın, “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36’mcı maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer vermiştir.

Öte yandan, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkı başlıklı 6’ncı maddesinde, “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” ifadesine yer verilmiş, mahkemeye erişim hakkının adil yargılanma hakkının bir unsuru olduğu İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (AİHM) içtihatlarıyla da istikrar kazanmıştır.

Dosyanın incelenmesinden; avukatlık mesleği icra etmekte olan davacının, müvekkili olan kişiler adına Turhal Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tapu iptali, tescil, tazminat ve ihtiyati tedbir istemli E.2013/607 sayılı dava dosyasında, davalı konumunda bulunan kişilerin dava dilekçesinde belirtilen adreslerine yapılan tebligatların iade edilmesi üzerine anılan Mahkeme tarafından davacıya çıkarılan muhtıra ile ; “davalıların tebligata yarar açık adreslerini bildirmek üzere 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 119/2. maddesi uyarınca bir haftalık kesin süre verildiği, bu süre içerisinde eksikliğin tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılacağına karar verileceği” hususunun ihbar edildiği, davacı tarafından, anılan Mahkeme muhtırası da eklenmek suretiyle davalıların tebligata yarar açık adreslerinin tarafına bildirilmesi istemiyle Zile Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü’ne başvurudabulunulduğu, anılan başvurunun 5490 sayılı Kanun’un 44’üncü maddesi (g) bendi ile aynı maddenin 3. ve 4. fıkralarında yer alan düzenlemeler gereğince, istemiş olduğu belgeler için vekillik belgesi sunulmadığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı, mahkemece anılan kanun hükümlerinin anayasaya aykırılığı ileri sürülerek Anayasa Mahkemesi’ne gönderildiği, ancak Anayasa Mahkemesi’nin 11.09.2014 tarih ve E:2014/76, K:2014/142 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmesi üzerine, dava konusu işlemin dayanağı olan kanun hükmünün anayasaya uygun olduğundan bahisle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut uyuşmazlıkta, davacının dilekçedeki davalı adres bilgilerine ilişkin eksiklerin tamamlanması için kendisine mahkemece kesin süre verilmesi ve bu süre sonunda söz konusu eksikliğin giderilmemesi halinde davanın açılmamış sayılacağı sonucuyla muhatap olması ihtimali karşısında, söz konusu adres bilgilerine erişimin hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmakta olup, avukat olan davacının davalıların adres bilgilerini öğrenmek için yaptığı başvurunun reddine ilişkin Zile Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü’nün 27.09.2013 tarih ve 3142 sayılı işleminde hukuka uygunluk bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Tokat İdare Mahkemesi’nin 15.10.2014 tarih ve E:2013/606, K:2014/608 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan mahkemeye gönderilmesine, 09.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

01.03.2016 20:11:18
İÇTİHAT-6-

T.C.
MERSİN
1.İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO :2014/899
KARAR NO : 2016/1480

DAVACI : TASFİYE HALİNDE S.S ÖZUMUT ARSA VE YAPI KOOPERATİFİ

VEKİLLERİ : AV. KAMİL VELİ AK
Mesudiye Mah. Fasih Kayabalı Caddesi, 5118 Sokak, DinçeApt. No:31/1 Akdeniz /MERSİN

DAVALI : YENİŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI / MERSİN
VEKİLİ : AV. HATUN GÜNEŞ ÖZDEMİR (Aynı Adres)
DAVANIN ÖZETİ :Davacı kooperatifin hissedarı olduğu Mersin İli, Yenişehir İlçesi, Kocavilayet Köyü, 8051 ada, 1 parsel sayılı olan ve imar planında “Belediye Hizmet Alanı” olarak işaretlenen taşınmazın uzun süredir kısıtlı kalması nedeniyle taşınmazın bedeli olan 10.000,00.-TL.’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ :Usul yönünden, davanın süresinde açılmadığı, taraflarının hasım mevkinden çıkarılmasını gerektiği, esas yönünden ise, taşınmazın imar planında belediye hizmet alanı olarak gösterilmesinin tapu malikinin taşınmazdan istifade etmesine engel olmayacağı, davacının bu davanın açılmasında hukuki bir menfaatlerinin bulunmadığı, tazmin yönünde verilecek kararın davacının malvarlığında haksız yere artışa neden olacağı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Mersin 1. İdare Hakimliği’nce, davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek ve dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler incelenerek işin gereği düşünüldü:

Dava, davacı kooperatifin hissedarı olduğu Mersin İli, Yenişehir İlçesi, Kocavilayet Köyü, 8051 ada, 1 parsel sayılı olan ve imar planında “Belediye Hizmet Alanı” olarak işaretlenen taşınmazın uzun süredir kısıtlı kalması nedeniyle taşınmazın bedeli olan 10.000,00.-TL.’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa 20.08.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 33. maddesi ile eklenen Ek Madde 1’de; “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkanları dahilinde bu taşınmazlar
ilgili idarelerce kamulaştırılı veya her halde mülkiyet hakkın kullanmasına engel teşkil edecek

kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin yapılmaması halinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzaklaşma sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir.

Birinci fıkra uyarınca dava açılması halinde taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılarak, taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el konulduğu tarihteki nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.

Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılacak dava ve takiplerde, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması gereken yüzde iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak ayrılan yüzde iki oranındaki ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11 inci ve geçici 12 nci maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması halinde, ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı maddenin sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır.” hükmüne yer verilmiştir.

2942 sayılı Kanuna 6745 sayılı Kanunun 34. maddesi ile eklenen Geçici Madde 11’de ise; “Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar.

Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu madde kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da uygulanır.” hükmü yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden, davacı tarafından, Mersin İli, Yenişehir İlçesi, Kocavilayet Köyü, 8051 ada, 1 parsel sayılı taşınmazının belediye hizmet alanı olarak imar görmüş olduğu ve 5 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen kamulaştırılmaması nedeniyle 10.000,00 TL kamulaştırmasız el atma bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle görülmekte olan iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda yer verilen düzenlemeye göre; uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar programları veya imar uygulamaları yapılması ve bütçe imkanları dahilinde bu taşınmazların ilgili idarelerce kamulaştırılması veya imar planı değişikliği yapılması/yaptırılması zorunluluğu getirilerek bu konuda vatandaşların karşılaştıkları mağduriyetlerin giderilmesi, bu kapsamda kalan taşınmazların bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç beş yıllık süre içerisinde bütçe imkanları dahilinde ilgili idarelerce kamulaştırılması veya taşınmazların mevcut imar planı bulunup bulunmadığı veya imar planı yapılabilecek yerlerden olup olmadığı durumuna
göre imar planı/imar uygulaması/toplulaşma yapılmak/yaptırılmak suretiyle başka yerden mümkün ise müstakil, değilse hisseli parsel verilmesi veyahut taşınmazların tahliye edilerek kullanıma imkan verecek biçimde malikine iade edilmesi amaçlanmıştır.

Kanunda düzenlenen 5 yıllık sürenin ek 1. madde kapsamında kalan ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarruf hakkı, kısıtlanan taşınmazlar hakkında da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu durumda, yeni yasal düzenleme uyarınca bu aşamada hukuken uyuşmazlığın esası hakkında karar verme olanağı bulunmamaktadır.

Öte yandan, sonradan yürürlüğe giren yasa maddeleri nedeniyle uyuşmazlıkta tarafların haklılık oranı belirlenemediğinden, vekalet ücretinin ve yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılamayacağı açıktır.

Açıklanan nedenlerle, yeni yasal düzenlemeler nedeniyle davanın esası hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, aşağıda dökümü yapılan 1.737,10 TL yargılama gideri ile karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T uyarınca belirlenen 1.000,00.-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, dava açılırken peşin alınan 170,80 TL nispi karar harcından 25,20 TL maktu karar harcının mahsubu sonucu kalan 145,60 TL’nin istemi halinde ilgilisince, artan posta avansının ise Mahkememizce davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen 30 gün içerisinde Konya Bölge İdare Mahkemesi nezdinde “istinaf yolu” açık olmak üzere, 31/10/2016 tarihinde karar verildi.
HAKİM
KÜBRA DÖLCÜ
167929